Ey güzel yüzlü dost,
Merhaba!
Ben bugün sahip olamadıklarımı bir kenara bırakıp sahip olduklarımı koydum masanın üstüne. Ve anladım ki bazı insanlar ne kadar geç yetişmişse hayatıma, o kadar yakın oluyorlar bana. Seni yazmak istedim çünkü lolipop gibi bir kızsın, çikolatalı kurabiye gibi kokuyorsun. Seni yazmazsam haksızlık etmiş olurdum. Adil biriyim, bilirsin.
Sen
Harika bir baharın ilk çiçeği gibisin.

Ve dostluk. 

Ben bu konunun temsil ettiği ayrıcalığın farkındayım. Peki sen hayatımda nasıl büyük bir makamdasın, farkında mısın?
Sanki sürekli çantamda taşıdığım o ayna gibisin. Ne zaman konuşsan kendimi görüyorum. Sen eli yüzü kapkara mavi kanatlı bir cingenesin. Bense bir Iphone 4S değilim. :)
İnsan yaşadıkça anlıyor, her şeyden önce dostluk geliyor. Sen gibi sarılıp uyumalık bir dost varken, ben gibiler pek yalnız kalmaz.

Şimdi gidip dünyaya geliş sebebimi bulacağım.
Sana yeniden ve daha çok yazmak isterim.


http://fizy.com/#s/3wkyby

En samimi öpüşlerimle. 
Hoşça kal.

Bağırsaklarıma kazınmış senin sevgin..



"Sev-de"din sevdim.
Öyle bir şey işte.
Büyük bir şey.
Şey..
Büyük bir sevgi.
Büyük bir muhtaçlık.
Büyük bir dost.

...

http://fizy.com/#s/160fol

Tertemiz ellerini uzattığında gökyüzüne,
Sırılsıklam yağmurlar yağar bu şehre.
Ve saçların ıslandığı zaman son teline kadar, 
Artık yağmurlar benim için yağar.

Farkında mısın?

Eğer sen kaparsan toprak rengi gözlerini,
Bir çocuk ölür görmeden baba şefkatini.
Sevdiğin zaman sen yeniden birini,
Yazamaz olur hiçbir şair ikinci şiiri.

Hissediyor musun?

Ellerini tuttuğun her kadın için bir kelebek ölür,
Ve kalbini açtığın her kadın için bir deniz yıldızı çürür.

Biliyor musun?

Çizgiler üstünde yürümeyi bildiğinden,
Aşksız kalmazsın sen.
Severken de sevilirsin,
Ağlarken de.
Giderken de özlenirsin,
Ölürken de. 

Ben biliyorum,
Sen de ağlardın.
Şimdi parmaklarını birbirine kenetle ve uyu. 

Sen göçmen adam,
Ellerine iyi bak.



Korkularının bir faydası yok, bana sadece sadakatini sun, dedi kadın. 
Ve adam ona ellerini verdi.
İri, uzun parmaklarını sevdi kadın.
Onu sevdiği kadar sevdi parmaklarını.
Avucunun içindeki çizgilerde kayboldu sonra kadın.
Kayboldu gitti.
Adam da avucunun içi kadar sevdi kadını...

Ö. Asaf

Seni
Ben

Hiç unutmuyorum. 
diyor şair, ve yeniden can buluyor tüm unutulmuşluklar. 
Yağmurdan sonra buram buram kokarken toprağın,
Ve bir ağaç tohumu atılırken toprağına,
Birileri hergün aynı saatte senin mezar taşına sarılıp uyurken,
Ve sen toprak yutarak çürürken,
Yıldızlar kadar sevilirken sevgililer,
Ve bunlardan habersiz toprağı üstüne çekip yatarken sen,
Veya öderken bir şeylerin bedelini,
Çoktan ölmüş olacaksın.





Aptal bir fil kalbimin üstünden geçti. 

Ve tam on sekiz yıllık şaheseri yerle bir etti.

Bu, kanatsız iki martının öyküsü. Yalın ve duru.

Elimde olsa sana dokunan herkesi öldürürdüm. En başta o istasyon insanlarını. Zaten hepsi huysuz, hepsi soğuk bakışlı. Hepsi diyor ki, hüzün içimizi kanatıyor. 

Tuttum ellerinden ve kaldırdım seni o banktan, sahil kenarındaki kaldırım taşına oturduk. Kaldırım taşlarının altında kumsal var, bilirsin. Başımı omzuna yaslayıp, şarkı söyledim. Sen dalgaları dinledin. O an beni öp diye haykırırdım, içten içe. Sonra beni kaldırım taşlarının altına göm. 

'Lütfen lütfen, beni öp..' 
Hiçbir zaman dalgaların sana neler söylediğini duymadım. Git demişler belli ki. Öyle uzağa git ki sana muhtaç kalsın o kadın, bir yanı yanıp kül olmuş gibi.
"Kapat gözlerini." dedin.
Ve işte evet öpecek, lütfen hadi lütfen..
"Hadi kapat?"
Ama başka bir şeyin bekleyişi var gözlerinde... Yine de sustum ve itaat ettim sana, her zaman olduğu gibi. Öylece oturduk, sen dalgaları dinledin. Ama ben onları anlamam. Duymam bile çoğu zaman. "Bir mum söndüğünde bir denizci ölürmüş." dedin. Anlamadım ne demek istediği çünkü dalgaların dilinden konuştun.

Uzun bir süre öylece oturduk. Ellerimi bile tutmadın. Zaten tutsaydın ne kadar üşüdüğümü ve sadece birkaç saat daha seninle olabilmeyi ne kadar istediğimi hissederdin. Ya da hayır. Hissetmezdin. Benim duygularımı hissetseydin gitmezdin çünkü.
Martıları düşündüm. Ne kadar özgür yaşayabilirlerse o kadar iyi, dedim içimden. Ne kadar uçarlarsa o vapurların peşinden, o kadar balık kaybederler. Yani bu hiç adil değil. Martıların adaleti bir yana, şu dünyada yaşarken benim adalet hakkında konuşmam bile çok gülünç. Adalet. Sahi biraz adil olsaydın, gitmezdin. Ama diyorum ya adalet çoktan öldü.
Sonrasını hatırlamıyorum. Gözümü açtığımda yanımda değildin. Dalgaların sesi hala duyuluyordu. Önce büfeye su almaya gittiğini düşündüm. Bir süre gelmeni bekledim. Gelmedin. Yinede gelmeyeceğini bile bile bekledim. Sonra kaldırımın sonunda oturan dilenci çocuğu fark ettim. Mum da satıyor, kibrit de.

Sen dalgalara uydun, denizci. Ve ben bir mum yaktım. 
Dalgalar çok kısa bir sürede söndürdü elimdeki mumu. Ve işte bir denizci dalgalarda boğuldu.
Tekrar yaktım mumu, sönmesini bekledim. 

Bir dalga daha. Ve bir denizciye veda.
Mum eriyip bitene kadar teker teker öldürdüm bütün denizcileri. Arkalarından ağladım. Kaldırım taşlarının altına sızan gözyaşları var, dedim kendi kendime.

Sen gelmedin. Ben de martılara uydum. Sonra bütün martıların kanatlarını yakmak istedim. Gitmesinler diye bir daha hiçbir denizcinin peşinden.


















"Sakın sen kuşlara uyma"


-Umay Umay'a saygı ve sevgi ile.